Yeşilin bize bizim yeşile ihtiyacımız var… Çünkü doğa da insana benzer. İkisi de yaşama tutunmak adına vardır ve birbirinden ayrı düşünülemez… Peki, son yıllarda neden birbirinden ayrıldı bu ikili… Neden insan yaşamına anlam katan doğayı katlediyor ya da katletmelerine izin veriyor?
İnsanlar ikiye ayrılır:
1) Yukardaki fotoğrafta bir ihtiyaç, bir huzur kaynağı görenler
2) Yukardaki fotoğrafta inşaat yapmak üzere boş arazi görenler
Birinci gruba ait insanlar, özlerinin nereye ait olduğunu bilirler. Kalpleri yapraktandır, topraktandır, sincaptandır, kuştandır, buluttandır, yağmurdandır, ışıktandır, dünyadandır. Karşılıksız sevmeyi bilir; çünkü doğanın karşılıksız sevgisini görebilmiştir. Minnettarlığın ne olduğunu bilir; çünkü doğanın ona verdiklerinin farkındadır. Bugün nefes alıyorsa, yaşıyorsa hepsi doğa sayesindedir. İyi ki vardır bu insanlar ve umarım sayıları çoğalır.
İkinci gruba ait insanlar kendilerini yenilmez sanmaktadır. Onlara göre ağaç gereksiz bir süstür. Bir milimetre küp yeşilin ona sunduğu hayatın farkında değildir. Kendisini doğanın yaşattığını bilmez. Yaşam alanlarının beton olduğunu düşünür. “İki ağaç için…” der böyleleri. Bir ağacın kaç canlıya yuva olduğunu, kaç kişiye ne kadar oksijen sağladığını bilmezler. Dedim ya, kendilerini yenilmez sanmaktadırlar diye; ağaçsız yaşayabileceklerini sanarlar. Etten kemikten olduklarını unuturlar. Hayır eğitimleri yetersiz desek kızıyorlar ama sadece bir ilkokul diploması bile bir ağacın hayatımızda ne kadar yararlı olduğunun onlara öğretildiğine dair resmi bir belgedir. Nasıl olur da bunu bilemezler? Herhalde hafızaları silindi. Belki de minik, küçük, dünyevi değere sahip bir kağıt parçası tarafından…
Validebağ Korusu, İstanbul’un kalbinde minik bir yaşam merkezi. Evet evet, yaşam merkezi… Kafanız karışmasın sakın. AVM’lere, rezidanslara verilen sahte isim olandan değil, gerçekten içinde yaşamı barındıran bir merkezden bahsediyorum. Sincaplar, köpekler, kediler, kirpiler, çeşit çeşit ağaçlar, tür tür kuşlar ve insanlar… Burada hayat buluyorlar. Canları mı sıkıldı, kaçıyorlar koruya. Yarım saat önce göz yaşı mı döktüler, koruya gelip siliyorlar gözlerini. Ya da sadece biraz kilo aldılar. Geliyorlar koruya, sağlıklı bir yürüyüş yapıp evlerine dönüyorlar. Burası bir hazine. Taş beton yığılmış, harap edilmiş İstanbul silüetinde bir cennet…
Şu an Validebağ Korusu’ndayım. Toprağa dokunuyorum. Şehirdeki sera etkisi burada yerini oksijen dolu bir havaya bırakmış, üşütüyor. Ama ne ilginçtir ki soğuk, tenimi kesmiyor. Okşuyor. Öyle yumuşak ki, öyle sevgi dolu ki… Ah bir fark edebilseler ne kadar darbe yerse yesin, doğa onlara hep sevgisini sunuyor! İşte sevgiyi görebilmek için, gönül gözünün açık olması lazım insanın.
Küçük kağıtların büyüsü nasıl da alıp götürdü seni be insanoğlu! Dik, dik! Ağaçları kes, yerine binalar dik, otopark falan yap. Çünkü İstanbul’da hiç insan kalmadı. Yığ buraya insanların hepsini, çok ihtiyaç var göçe! Ey ağacı yaşam değil de, boş arazi olarak gören varlık! Doyamadın betona. Çocukların hiç ağaca tırmanmadan büyüyor. Çimen yerine, AVM’lerde koşturuyorlar. Dere yerine, seri üretim plastik top içinde yüzüyorlar. Hiç mi üzülmüyorsun? Hiç mi sevmiyorsun çocuklarını? Neden? Hiç sevmediler mi seni? Bir bakıyorum siyanürle altın arıyorsun, bir bakıyorum ağaçları kesiyorsun, bir bakıyorum dereleri kurutuyorsun. Ar noktan neresi? Doyma seviyen nerede? Peki ya insana hayat veren doğayı katlediyorsun, ortada yaşayacak insan kalmayınca o parayla ne yapacaksın?
Dünya kanser oldu sevgili doğa severler, çok acil antikor lazım. Özellikle İstanbullular… Validebağ Korusu’nun size ihtiyacı var, yardım çağırıyor. Her hafta gerçekleşen forumlara bekliyor. Takip için:
https://www.facebook.com/KoruyuKoru
https://twitter.com/ValidebagKorusu
Özlen Öncel
Comments are closed.