Dünya Emekçi Kadınlar Günü nedeni ile genel yayın yönetmenliğini Yasemin Sungur’un yaptığı MARTI dergisinde, yazar Özlen Öncel, kadın haklarının korunması ile ilgili farklı bir yorum getirerek, emekçi kadın haklarının kazanılmasında ve korunmasında karşı cinsten önce kendi cinslerinin dayanışması gerektiğini dile getiriyor. Öncel’in yazısı aynen şöyle;
Bugün konumuz, oje değil;
topuklu ayakkabı değil;
annelik değil;
temizlik değil;
yemek değil;
küçük ev aletleri değil;
tek taş değil;
porselen takımı değil;
namus değil;
makyaj değil;
aşk değil;
dizi değil
Bugün konumuz “kadın”; bugün konumuz “emek” Bugün kadının, cinsiyeti ile cin-siyetsizleşmeye çalıştığı bir gün. Bilgisayar karşısında, iş makinelerinin başında, toplantılarda, şantiyelerde, kısacası emeğin gerçekleştiği her yerde var olmalarının herkes tarafından normal ve olası bir durum olarak karşılanmasının gerektiğinin altını çizen bir gün. Ötekileşmeden, birleşmeye çalıştığı bir gün. Ona atanan rollerle değil, dünyaya kattıklarıyla anılmak istediği bir gün. Bugün, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü.
Tüm bunları mümkün kılabilmek için her sene birçok kampanya düzenleniyor; kadınlar seslerini çeşitli eylemlerde duyurmaya çalışıyor. Ancak maalesef bahsettiğim bu eylem ve fikirler, ne kadar yaratıcı olursa olsun, kadının toplumdaki yerinin değişmesinde etkin rol gösteremiyor. Peki neden? Yanlış bir yol mu izliyoruz? Yanlış şeylerden mi bahsediyoruz? Yoksa, yanlış kişilere mi sesleniyoruz?
İlanlardan ve dudaklardan çıkan her haykırış, genele hitap ediyor gibi gözükse de, temelinde erkeğe sesleniyor. “Yapma!”, “Şiddet gösterme!”, “Taciz etme!”, “Sev. Koru.”… Sürekli erkeğe kızıyor; bizlere doğru davranması konusunda ona çağrıda bulunuyoruz. Peki ya biz? Biz kendimize ne yapıyoruz?
Hayatımda beni en çok ürperten cümlelerden biri “Benim pek kız arkadaşım yok. Erkeklerle daha iyi anlaşıyorum.” olsa gerek. Kendi doğasını iyisi ve kötüsü ile tamamen kabul edebilmiş bir kadının asla inanmayacağı bir cümle. Bu cümleyi kuran kadın, kendisini erkeklerin cinsel arzularından oluşan sahnede figüran haline getiren bir kadındır. Karşı cinse kendini sevdirmeyi bir başarı olarak görür. Oysa asıl başarı, kendini sevebilmektir. Kendini sevebilmek ise, kadınlığın erkeksiz halini özümsemekle başlar. Bu da kadını rakip olarak değil, yoldaş olarak görmekle mümkündür.
İçten çürümeye yüz tutmuş bir topluluğuz. Bir ağacın yeşermesini ve en az diğer ağaçlar kadar yükselmesini istiyormuş gibi davranırken birbirimizin köklerine tahtakuruları salıyoruz. Ofislerde, fabrikalarda, şantiyelerde var olmaya çalışırken asıl desteğimizi zehirliyoruz. Ancak unutmayalım ki; ortamın ‘en’i olmak yerine birliğin parçası olmayı seçmek, bizi bulunduğumuz sıkıntı içerisinde güçlü kılacak harekettir. Bu zorlu yolda kendimizi yalnızlaştırmak yerine, birlik olup güçlü olabiliriz. Kişisel çıkarlarımızdan arınıp, çürümekten kurtulabiliriz.
Bu yüzden bugün erkeğe seslenmiyorum. Bugün insanlara kendisini sevdirebilmek için arkadaşını kullanan kadına sesleniyorum; bugün patronun gözüne girmek İçin, her gün yüzüne gülümsediği iş arkadaşının ayağını sinsice kaydırmaya çalışan kadına sesleniyorum; bugün komşusunun yediği dayağı duyup sessiz kalan kadına sesleniyorum; bugün sırf bekar ve geleneksel bir hayat yaşamıyor diye komşusu olan kızcağızı milletin ağzına sakız eden dedikoducu kadına sesleniyorum; bugün oğlunu gelininden kıskanıp, ona eziyet eden kadına sesleniyorum; bugün bunun gibi nicesine sesleniyorum:
“Yapma!” “Şiddet gösterme!” “Taciz etme!” “Sev. Koru.”
Ataerkil toplumun sana atadığı tüm rollerden arın, gerçeği gör. Kendini kendinden dışlama! Kendine sarıl! Erkeği de sev; kadını da sev! Çünkü bugün sahip çıktığın kadın, yarın senin dayanağın.
Berrak Özlen Öncel – Martı Dergisi http://www.martidergisi.com/e-dergi/
Comments are closed.